www.masatenisi.org sitesinin forum üyeleri her sene bir ilde forum buluşması yaparak bir hafta sonunu beraber geçiriyor. Bu sene (17-18 Temmuz 2010) 7.’si düzenlenen forum buluşmasını Dr. Turushan Övgü arkadaşımız organize etti ve ev sahipliliğini Rize yaptı. Geçen sene Malatya’da düzenlenen buluşmaya ilk defa katılmış ve çok eğlenmiştim. Bu yıl senelik iznimi forum buluşmasına denk getirip buluşma öncesi bir Doğu Karadeniz gezisi yapma şansı yakaladım. Yol arkadaşım işyerinde beraber çalıştığımız Mustafa Yoldaş’tı. Kendisi soyadı gibi çok iyi bir yol arkadaşı. Kilis-Gaziantep-Kahramanmaraş-Sivas-Tokat-Ordu-Giresun-Trabzon-Rize güzergâhını izledik. Tokat’ta Ballıca Mağarası’nı, Trabzon’da Sümela Manastırı’nı ve Uzungöl’ü ziyaret ettik. Buluşma sonrası Ayder Yaylası’nı arkadaşlarla beraberce gezdik. Çok güzel bir gezi ve buluşma oldu, çok keyif aldım. Doğu Karadeniz doğaseverlerin mutlaka görmesi gereken bir yer. Her taraf yemyeşil, gördüğünüz manzaralar kartpostal tadında. Ziyaret ettiğimiz yerlerden dönmeyi canımız hiç istemedi.
Gezide çektiğim bazı fotoğrafları aşağıda görebilirsiniz. Yalnız emin olun fotoğraflar gerçek manzaraların güzelliğinin çok azını yansıtıyor. Fotoğraflar 3.2 Mega Pixel Canon PowerShot A510 amatör makina ile çekildi ve hiç bir oynama yapılmadı. Makina ve pillerim sorunluydu. Fotoğraf çekmeyi çok seven birisi olduğumdan makinanın çok sorun çıkartması bayağı canımı sıktı. Ayrıca bir dere kenarına tırmanırken ayağım kaydı ve makina küüütt diye bir kayaya çarptı. Çatlayarak ayrılan gövdesine rağmen halen çalışıyor olması sevindirici, hafıza kartı hatası vermeye başlaması ise can sıkıcıydı. Yanımda iyi bir makinanın olmasını çok isterdim. Gezi öncesinde Canon EOS 550D almak için birkaç girişimde bulunmuş ama satıcı firmaların ilgisizliği yüzünden alamamıştım.
Bu geziyi Enduro bir motosiklet ile yapmayı çok isterdim. Manzarası ile sizi kendine çeken o kadar güzel yol var ki. Çoğu stabilize ve otomobil ile ulaşım çok zor. Motosiklet ile orman içerisindeki stabilize yollardan yaylalara tırmanmak ne kadar güzel olurdu. Yolda birkaç endurocu görüp ayaküstü sohbet etmekten kendimi alamadım. Neyse, lafı fazla uzatmadan fotoğraflara geçelim.
Tokat yakınlarında mola verdiğimiz küçük bir gölet. Attığımız yiyeceklere saldıran yavru balıkları görünce Şanlıurfa’daki Balıklıgöl aklıma geldi.
Tokat’taki Ballıca Mağarası çok ilginç ve güzel bir yer. Türkiye’nin neresinde olursanız olun sadece bu mağarayı görmek için kalkıp gelmeye değer. İnanılmaz güzellikteki sarkıt ve dikitlerle dolu kocaman salonların olduğu 680 metre uzunluğunda bir doğa harikası. Karanlık bir ortam olduğu için tripod olmadan fotoğraf çekmek çok zor, o nedenle çektiğim fotoğrafların çoğu kötü çıkmış. Zaten görülen manzaralar kadraja sığmayacak güzellikte.
Mağara hiç güneş ışığı almadığından bitki yetişmesi mümkün değil. Tek ışık kaynağı olan yürüyüş yolu aydınlatmalarının yanında, yapay ışıkta yetişen yosunlar.
Niksar-Ünye yolunun manzarası çok güzel. Yolda yemek yediğimiz mesire yeri.
Birçok kez yediğimiz ve tadına doyamadığımız sucuk ve hellim peynirinden oluşan, çok lezzetli, aynı zamanda oldukça pratik hazırlanan yemeğimiz.
Fatsa’da deniz kenarındaki bir plajda çadır kurup bir gece konakladık. Hava kapalıydı, yine de bol bol denize girdik. Sabah saat 6’da yüzüme damlayan su damlaları ile uyandım. Dışarda bardaktan boşanırcasına yağan bir yaz yağmuru var. Çadırın içine su göllenmiş. Başucumda duran cep telefonunu suyun içinden çıkarıp kapattım. Dışarıda bir Allah’ın kulu yok. Biz dâhil her şeyimiz ıslanmış durumda. Ne yapmak lazım şimdi? Tabi ki daha önce hiç yapmadığım bir şey. Doğruca denize. 🙂 Yağmur ve deniz çok güzel oluyor. Bu anı saklayan fotoğraf yok maalesef.
Fatsa’dan Ordu’ya gitmek için otoban kalitesindeki sahil yolunu seçmektense Perşembe’ye uzanan eski sahil yolunu tercih ettik. İyi ki de öyle yapmışız. Kapalı tünellerden geçeceğimize manzarası çok güzel olan bir yolu yaz yağmuru altında kat ettik. Yoldaki burunda bulunan Yason Kilisesi’ne uğradık. Fener’in yanına gittik.
Giresun’da… pardon Ciresun’da kaleye çıktık. 🙂
Yol üzerinde bir dükkân. İnsanın canı hepsinden almak istiyor.
Sümela Manastırı çok güzeldi. Her taraf yemyeşil. Manzara inanılmaz. Yolda adım başı durup etrafı seyrediyor, fotoğraf çekiyoruz.
Kemençenin sesi çok güzeldi.
Bir makro denemesi.
Burada mangal yapmayı düşünüyorsanız bir daha düşünün. 🙂
Ağaçlar inanılmaz. Her tarafta kayaların üzerinden yükselen kocaman ağaçlar var.
Böyle patikalarda yürürken her tarafta bulunan ısırgan otları elinize, kolunuza değiyor ve birazcık yakıyor. Yerel halk çok faydalı olduğunu söylüyor. Çorbası güzel oluyormuş ve çok faydalıymış. Ayrıca bu yörede her yerde doğal mantar satan insanlar var. Doğranıp yıkandıktan sonra et sote yapar gibi pişiriliyormuş. Tadına bakmak isterdim.
Sümela Manastırı’ndan geç ayrıldığımız için Uzungöl’ün yolunu gece kat etmek zorunda kaldık. Karanlıkta bir yere çadırımızı kurup uyuduk. Sabah uyandığımızda ise kendimizi Cennet’in bir köşesinde bulduk.
Evet, bu manzarayı daha önce kartpostallarda görmüştünüz. 🙂
Sabahleyin gördüğümüz manzara karşısında sarhoş olup etrafı dolaşmaya çıktık. Sağda solda yukarılara tırmanan ve insanı kendisine çeken stabilize yollar var. Rastgele birisine dalıp 1. vitesle bir saatten fazla tırmandım. Yolun manzarası o kadar güzel ki insan geri dönmek istemiyor. Yine adım başı durup manzarayı seyrediyoruz. Yağmur, sis ve güneş aynı anda karşınıza çıkabiliyor. İnanılmaz bir doğa… Yolda gördüğümüz bir amcaya (Şaban abi) yolun nereye gittiğini sorduk. Yaylalara gidiyormuş, Bayburt’a kadar gidermiş. İstemeye istemeye arabanın yönünü geriye çeviriyorum. Şaban abi de aşağıya, Uzungöl’e inecekmiş, onu da yanımıza alıp sohbet ede ede aşağıya iniyoruz.
Şaban abiye de ikram ettiğimiz fındıklarımızı yerken kendisine “Sizin buralar ne kadar güzel, Cennet gibi.” diyorum. “Heee guzeldur, guzeldur ama vergisi yoktur daa.” diyor. “Ben de Karadeniz’in köyleri çok yoksulmuş diye biliyorum.” diyorum. “Haahh, bak okumuş adam ne guzel biluyor.” diyor. İnsanoğlunun zenginliği ile yaşadığı yerin doğal güzelliği ters orantılı mı acaba? Buradaki insanlara gelecek olan zenginlik doğal güzelliğin ne kadarını yok eder? Hangisinin olması daha iyidir bilemiyorum. Uzungöl’ün etrafı mantar gibi çoğalmış pansiyonlar ile dolmuş. Çoğunda Araplar konaklıyor. Genellikle GMC marka dev gibi ciplerle gelmişler. Etraf 8 silindirli azman 4×4’lerle dolu. Uzungöl’ün 20-25 sene önceki halini görmüş olsaydım şimdi ne düşünürdüm acaba? Pansiyonların işgal ettiği yerlerde önceden kim bilir ne güzellikler vardır?
Zoom ile çektiğim bir fotoğraf. Dağın tepesinde böyle evler görüyorsunuz. Nasıl çıkılır oraya, nasıl inilir oradan hayret ediyorsunuz.
Bir enduro motosiklet ile bu yoldan Bayburt’a kadar gitmem lazım…
Rize’de yurtta kaldık. Deniz manzaralıydı ama araç sesleri nedeni ile gürültülü oluyordu. Cuma günü öğleden sonra başlayıp Pazar günü akşama kadar bol bol masa tenisi oynadık. Akşam 9-10’lara kadar oynuyorduk. Herkes gibi benim de ağrımayan yerim kalmadı. Gerçekten çok güzel bir buluşmaydı, çoook eğlendik.
Buluşma sonrası, Pazartesi günü Ayder yaylası gezisi vardı. Arkadaşlarla beraber dolaştık.
Ağaçların üst dallarına bu arı kovanlarından yerleştirilmiş. Tadına bakma fırsatı olmadı. Şaban abinin dediğine göre hakiki balın kilosu 80-90 liraymış.
Kahramanmaraş’tan oğlu ile beraber gelen Ekrem abi arıcı kıyafetlerini görünce dayanamadı. 🙂
Ah Enduro ahh… 🙂
Tufan Yalçın. www.masatenisi.org forum yöneticisi. Eski süper lig oyuncusu. Halen 1. ligde oynuyor. Turnuvanın 1. si, buluşmanın en renkli şahsiyeti.
Isırgan otlu gözleme yedim.
Sağ taraftaki tabelaya dikkat! Ben de yanlış biliyormuşum… 🙂
“densiz turist olma!.. ‘uyy’ ile başlayıp ‘daa’ ile biten cümleler kurma! doğrusunu öğren!.. horon tepilmez vurulur!”
Rize oldukça rutubetli ve sıcaktı. Ayder’de ise yemek sonrası yanan sobanın başına birikip sohbet ettik.
Eski evler çok doğal ve güzel duruyor. Yeni yapılan ve pansiyon olarak kullanılan evler ise doğal güzelliği bozmuş.
Ayder’de fotoğraf makinası ve piller iyice su koyuverdi. Sanırım hafıza kartı hataları fotoğrafların tarihlerini ve sıralamalarını değiştirmiş. O nedenle fotoğrafların sıralaması biraz karışık. Kimisi daha önce kimisi daha sonra çekilmiş.
Dönüş yolunda bıçağın ve pidenin başkentine (girişte öyle yazıyor. :)) yani Sürmene’ye uğradık. Bıçak aldık, pide yedik.
Bu yarım porsiyon. Kahvaltı yaptığımız için yarım söylemek zorunda kaldık. Hazırlanması yarım saat sürüyor. Bol tereyağlı. Tadı nefis.
Sürmene’de yerel halk.
Dönüşte Fatsa’daki kumsalda yine çadır kurduk. Bu sefer yağmur yağmadı. 🙂
Karadeniz’den İç Anadolu’ya girince insan bir garip oluyor. Karadeniz’in yemyeşil doğasından İç Anadolu’nun bozkırlarına geçiyorsunuz. Ben biraz sıkıldım.
Forum buluşması katılımcıları ve sıralamalar. Ben biraz da şansın yardımıyla 5. oldum. Normalde beni çok rahat yenebilecek 10’dan fazla oyuncu vardı. Maçlarda tatlı bir rekabet, bol gır gır ve şamata vardı. İlk gün ferdi ikinci gün ise takım şampiyonaları yapıldı. Tufan Yalçın ile iki kez maç yapma şansı yakaladım. Kendisi liglerde oynayan ileri seviye bir oyuncu. Normalde bırakın set almayı sayı bile alamam. Her iki maç öncesi yanına gidip kendisine “Tufan Bey, senede 1 defa oynama şansı yakalıyorum, bari 3-2 bitir.” dedim. Gülerek “Olmaz, 3-0, mümkün değil, 3-0.” dediyse de sağ olsun maçlarda 2 set alabilmem için elinden geleni yaptı. Ayrıca Tufan Bey’le yaptığım maçlarda her türlü çamurluğu yaptım. Masanın yakınından geçen ama masaya değmeyen vuruşlarıma değdi deyip sayıyı kendime yazdırdım. Kendisi masaya 2-3 metre uzaktayken servis atıp sayı aldım. Bir maçta raketini alıp kendi raketimi ona verdim. Takım arkadaşımı hakem yapıp sayılara müdahale ettim. Bu kadar şeye rağmen Tufan beyin özellikle bilerek dışarı attığı servisler gibi yardımları olmasaydı bu 2 seti de alamazdım. 🙂 İşin güzel tarafı maçı uzaktan izleyen arkadaşların 3-2’lik skoru gerçek sanıp yanıma gelerek beni tebrik etmeleri oldu. 🙂 Kendilerine işin aslını açıkladım tabi ki.
Oynadığımız salon oldukça rutubetliydi. Ara sıra salonun dışına çıkıp dinleniyor hem de bir bardak çay içiyorduk. Dışarda çay içip dinlenirken yaşlıca bir amca önümden hızlı adımlarla geçti. Muhtemelen yaşı 70’in üzerinde. Hafif kamburu çıkmış, oldukça zayıf bir bendeni var. Yalnız öyle dinç duruyor ki benim gibi iki kişiyle aynı anda güreşip baş edebilecek güçte. Önümden geçip biraz ilerledi, sağa sola baktı ve bana dönüp uzaktan bir şeyler sordu. Ne dediğini anlayamadığım için elimle bilmiyorum işareti yaptım. Hemen sola, salonun arka tarafına doğru yürümeye başladı. Birazdan geri gelip yolun karşı tarafındaki birilerine seslendiğini duydum. “Cel bakalım, sen nereye cittun, cel, aha şurdan cel, aha şurdan…” diyor, eliyle de yolun karşı taraf kaldırım kenarını işaret ediyordu. Ben bir çocuğa seslendiğini düşünürken bir “Möööö” sesi duydum. Yolun diğer tarafından, tam olarak adamın işaret ettiği yerden gelen ineği görünce hayretler içinde kaldım. İnek, sahibi yolun karşı tarafında olmasına rağmen amcanın işaret ettiği yerden geliyor, bu arada amca sürekli inekle konuşuyordu. Yolun ortasında, tam karşımda buluştular. İneğin başını kaldırıp amcaya sürerek mööö’lemesini, amcanın ineği okşayarak “Sen nerelere cittun guzelum, nerden celeysun…” demesini, biraz hasret giderdikten sonra amcanın inekle konuşaraktan gitmesini görmeliydiniz. Kameraya alınsa çok güzel bir kısa film olurdu. Bu doğallığa, doğanın bir parçası olabilmiş bu amcaya imrendim. Hani derler ya “Çok okuyan değil çok gezen bilir.” diye. Kitaplarda bulamayacağınız bir güzellikti.
Takımımız Protez Spor. Ah Ömer ahh, yaktın bizi…:)
Ayder gezisine katılan arkadaşlar.
Bir arkadaşımız Ayder’den sonra inmeyerek devam etti. Yürüyerek Kaçkar’ları gezmeyi planlıyordu. Ne yalan söyleyeyim kıskandım.
Ayder yolu üzerindeki kivi bahçeleri.
Çay. Karadenizliler ç yerine ç ile s karışımı bir ses çıkarıyorlar. Dilinizin ucunu dişlerinize değirerek çay demeye çalışınca biraz oluyor. Bu fotoğraftakilerde çay değil ‘çsay’… 🙂
Ayder yolunda Fırtına deresi üzerinde bulunan bir taş köprü. Derede rafting yapılıyor.
Kaçkarlar’a devam edecek olan Ongun’la veda fotoğrafı. Ben de senle gelmek istiyoruuumm…
Hakan Bey’de Canon EOS 550D vardı. Ben bu makinayı alamayınca bari makinası olanların fotoğraflarını çekeyim dedim. Bir kelebek görünce ikimiz de kelebeğin peşi sıra dolanıyoruz. 🙂
Bir gün ben de böyle motorumla gezerim inşallah.
Minik mantarlar.
Özetle çok güzel bir gezi oldu, çok keyif aldım. İnşallah ileride oraları tekrar görebilmek nasip olur.
Ahmet Gürbüz
(25.07.2010)